Bu Blogda Ara

16 Ekim 2007 Salı

sezen aksu ve kardelenler


sezen aksu ve kardelenler

Kardelenler Kitabı

SUNA

Bir başka anne daha var, karın eriyerek çamura buladığı sokakların kesiştiği dört yol ağzını tutan bir başka evde. Evin tek odasının ortasına soba kurmuş, ama aklını yitirmiş yaşlı dedeyi bir türlü alamamış sıcak odanın içine. Dede evin girişinde, mutfak olarak da kullanılan taş holde, camın hemen önündeki kerevete bağdaş kurup oturmuş. Orada yatarmış çoğu geceler. Üşümezmiş. Alışıkmış soğuğa.

Zaten annenin, ikisi kız üçü oğlan beş çocuğunun boğazını doyurmaktan, üstünü başını paklamaktan, dedeyle uğraşacak fazla hali de kalmamış. Bizi sıcak odaya buyur ediyor. Girdiğimiz odada yan yana iki, bir de karşı duvarda olmak üzere üç adet çekyat var.

Duvarda, besili ineklerin yemyeşil çayırlarda otladığı bir İsviçre köyünün renkli resmi asılı. Resim besbelli bir takvim sayfasından koparılmış. Radyoda neşeli bir müzik çalıyor. Çamaşır makinesinin üzerine fırfırlı yeşil bir örtü, örtünün üzerine de televizyon konmuş. Çamaşır makinesini bir eskiciden almışlar. Ne kadar uğraştılarsa da çalıştıramamışlar. Makine, sehpa vazifesini görüyor küçük odada. Çalışmayan sadece çamaşır makinesi değil, odadaki ikinci televizyon da hiç çalışmıyormuş, ama atmaya kıyamıyorlarmış. (Buralarda para o kadar zor elde ediliyor ki, bozulan ve tamir edilemeyen eşyaları asla gözden çıkarıp atmaya kıyamıyorlar. Çalışmayan buzdolapları gardıroba, çamaşır makineleri sehpaya dönüşüyor. Televizyonlar ise değerli süs eşyaları olarak kalıyor odaların başköşelerinde.) Serbest meslek erbabı diye tanımladıkları baba, yaz aylarında inşaat işçisi olarak çalışıyor, kışın el arabasıyla taşıma yapıyormuş.

Bizim konuşmaya geldiğimiz, Kız Meslek Lisesi'nin ikinci sınıfına giden evin kızı Suna, ilkokuldan beri hep takdir ve teşekkür getirmiş ailesine. Baba bu kadar çalışkan bir kızı okutmasın da ne yapsın! Zaten büyük kızı da açık öğretimde büro yönetimi ve sekreterlik okuyormuş. Oğlu ortayı okuduktan sonra askere gitmiş, sonra da bir tavuk çiftliğinde çalışmaya başlamış. İşte bu oğlanın yolladığı parayla doyuyormuş karınları. Allah'tan Suna'ya burs bağlanmış geçen yılın sonunda. Anne beşinci sınıfa kadar okumuş olduğu için, okuryazar olmanın değerini biliyor ve kızları mutlaka okusun istiyormuş. Suna liseyi bitirdikten sonra sınıf öğretmenliği yapmak istiyor. Matematiği çok kuvvetli olduğu için, herhalde matematik öğretmeni olmak isteyecek.

"Hocam, çok zor oluyor okumak. Defter, kitap paraları az buz değil. Bursu ben geçen yılın sonuna doğru alabildim. Allah razı olsun, ağabeyimin sırtından indim burs sayesinde. Annem Tere­kemen, yani Azerbaycan'dan gelme Türk'tür. Okuma yazması vardır. Babam Kürt. Her ikisi de kızların okumasına karşı değiller. Ama komşular babamın üstüne fazla geliyorlar bizi okuttuğu için. 'Ne okutuyorsun bu kızları, okuyacaklar da ne olacak', diyorlar. Kars'ta iş imkânları hemen hemen yok gibi. İş alanı çok az. Başka şehirlerde iş bulsam giderim ama, nerede, nasıl iş bulacağım burada yaşarken? Yine de okursam, öğretmenlik gibi bir mesleğim olursa, hayatımın değişeceğini düşünüyorum. Okumadıkları zaman aileler kızlarını evliliğe yönlendiriyorlar. Genç yaşta evlenip sürüyle çocuk doğuruyor sonra da yoksulluk çekiyoruz. Ben ilerde evlensem bile birden fazla çocuk yapmayacağım ki, çocuğumu en iyi şekilde yetiştirebileyim. Kızların çoğu benim gibi düşünmez. Biz ilkokuldan 26 kız mezun olduk, liseye ancak 18 kişi devam edebildi. Aramızda benden başka üniversiteye gitmek isteyen yok. Dünyalarını değiştirmek istememelerine hayret ediyorum. Biz burada sinema, tiyatro nedir bilmeyiz. Kitap da okuyamayız pek. Evlerimizde ders çalışacak yer bile yok, nerede kitap okumak. Şu odanın içinde yatarız hepimiz. Sadece dedem dışarıda uyur. Keşke ders çalışabileceğimiz bir mekânımız olsa. Bir kütüphane var, ama oradaki kitapların sayfalarını yırtıp yırtıp almışlar. Bir araştırma gerektiğinde yararlanamıyoruz kitaplardan. Ben öğretmen çıktığım zaman, bu işlere el atmak istiyorum. En azından öğrencilerime kitap temin etmeye çalışacağım. Belki kişisel gayretlerimle bir kütüphane kurarım çalıştığım okulda."

********

SEMRA

Deprem evlerini arıyoruz diz boyu çamurun içinde dolanarak. Kar, güneşin etkisiyle eriyince çamur fulyasına dönüşmüş her yer. Yoksul bir mahalle burası. Depremde evleri yıkılan vatandaşlara bu evleri karşılıksız dağıtmış devlet baba. Köylü de, bir araya gelip yolları biz yapıverelim, dememiş. Bir araba taş getirip sokaklara döküverseler çamurdan kurtulacaklar ama her şeyi devletten beklemeye alışmış insanlar. Diğer Doğu köylerinde olduğu gibi, su birikintilerine, çamurlara hiç gocunmadan bata çıka geziyorlar yollarda.

Biz ise nihayet aradığımız evi bulup içeri girdiğimizde şaşırıyoruz biraz. Çünkü çamurlu sokaklara inat, tertemiz, düzenli, sevimli bir evdeyiz. Üstelik mutfağı ve banyosu dışarıda değil de, konutun içinde olan ilk ev bu, doğuda ziyaret ettiğimiz evlerin arasında.

Semra'nın babası baraj inşaatlarında çalışmış yıllarca. Sonra bir trafik kazası geçirmiş, sol yanı hiç tutmaz olmuş. Belki de bu yüzden, ilerde doktor olmak istiyor Semra. Eğer okul müdürü ve sınıf öğretmeni onun adına başvurup burs talebinde bulunmasalarmış, ablası gibi o da parasızlıktan okulu yarıda bırakmak zorunda kalırmış. Ama bir iyilik yapmışlar, orta ikiye giderken burs bağlatmışlar büyükleri. Bu yıl lise biri okuyan Semra, bursu sayesinde liseyi ve sonra da üniversiteyi parlak notlarla bitireceğine emin. Çalışan bir öğrencinin yolunu hiçbir şeyin engelleyemeyeceğine inanıyor. Doktor çıkmak istediği için büyük bir olasılıkla bir süre ayrılmak zorunda kalacak yuvasından. Sonra elinde taş gibi bir diplomayla geri dönecek. Ablası da çok parlak bir öğrenciymiş Semra gibi. Felçli babanın gücü ancak oğullarını okutmaya yettiği için, istemeden bırakmış okulu, liseye gidememiş. Bu nedenle, tam da Semra'nın şu an olduğu yaşta, 15'indeyken kocaya vermişler onu. Ağabeylerinden biri askerdeymiş, diğeri meslek lisesini bitirmiş, üniversite sınavlarına hazırlanıyormuş.

En küçük kardeşi ise ilkokul beşte. Günün sürprizini anne yapıyor bize. 2002 yılına kadar okuma-yazma bilmeyen anne, geçen yaz ilçede açılan okuma-yazma kursuna katılmış ve birincilikle bitirmiş kursu. Bitirir bitirmez bir roman geçirmiş eline. Okumak o kadar hoşuna gitmiş ki, bir roman daha okumuş. Gazete, dergi ne bulursa okuyormuş. Bu yüzden ara sıra evin işlerinin aksadığı bile oluyormuş. Suları çeşmelerden doldurup evlerine taşıdıkları için, okuduğu romanın yüzünden, su kuyruğunda hep en sona düşmeye başlamış. Ama ne gam! Aşkale köylerinin birinde, doktor olmayı hayal eden bir kız ve roman okuyan bir anne var artık.

*******

FULYA

Fulya'yla, ileriki sayfalarda sizlere ayrıntılarıyla tanıtacağımız Erzurum'daki Yönderlik Programı Eğitim Çalış­ma­sı'nda tanıştık. Annesi ile birlikte, bu programa katılabilmek için Erzincan'dan gelmişti. 18 yaşındaydı, üniversite birinci sınıfta fen bilgisi öğretmenliği okuyor ve fizikçi olmak istiyordu. Ona, "Fulya, Doğu illerinden birinde yetiştiğin halde, yüksek öğrenime başlayabilmiş şanslı kızlardan birisin. Eğitimini tamamlayınca neler yapmayı düşünüyorsun?" diye sorduk.

"Önde gelen üniversitelerin birinde, sözü dinlenen biri olmak istiyorum. Bir kere mutlaka doçentliğe kadar yükselmeliyim," dedi.

"Niçin?"

"Bana verilen emeklerin hakkını ödemek için. Bakın ben, ailemi ve bana burs verenleri göz önünde bulundurarak hareket ettim hep. Ailem bana emek veriyor, bir kurum da bana burs veriyor, bunların karşılığını ödemem gerekiyor diye düşündüm. Çok çalıştım. Sonra okul bitti, sıra sınavlara geldi. Sınavı geçemezsem bütün emekler boşuna gidecek diye düşündüm, yine çok çalıştım, sınavı verdim. Beni bu kadar okuttular, ben de karşılığını verdim işte diyebilirdim, ama iş orada da bitmiyor. Şimdi çevreme ne verebilirim diye düşünüyorum. Tam o noktadayım şu anda. Yaptığım iş, yerini bulacak mı, ihtiyaca yanıt verebilecek miyim, eksiklikleri tamamlayabilecek miyim sorularını soruyorum kendime."

"Yaptığın iş, yerini bulacak mı?"

"Eğitimimi tamamlayınca Doğu'ya dönersem, evet. Batı bölgelerinde yaşayanlara verebileceğim fazla bir şey olmayabilir. Herkes Batı'ya yönelmiş durumda zaten. Ama asıl ihtiyaç bu taraflarda. Bu yörenin ihtiyaçlarına cevap verecek insanlar lazım. Örneğin, üniversitede çalışacak olursam sık sık paneller, oturumlar düzenleyeceğim. Yavaş yavaş anlayışların, alışkanlıkların değişmesi gerekiyor ki yol alalım. Biliyorsunuz burada kızlar hep ikinci plandadır. Erkekleri okula yollarlar, paraları olmasa bile gece çalışır, gündüz okur diye düşünürler. Kızlar için namus meselesi çok önemlidir. Aman kızların ailesine laf gelmesin, kulakları rahat olsun. Bu nedenle biz kızlar okurken bir de sırtımızda bu korkuyu taşırız. Ödümüz patlar dedikodu filan olur diye. Ama her şeyi göze alıp okumak lazım. İnsan kendi kaderini kendi belirliyor."

"Sen anneninkinden daha değişik bir yaşam mı istiyorsun kendin için?"

"Çaresi yok, öyle. Bunu mutlaka yapacağım yani. Sırf parasal açıdan da bakmıyorum bu işe. İnsan okusa da okumasa da bilinçli olmak zorunda."

"Fizik alanında da yapmak istediğin şeyler var mı?"

"Hani birileri vardır ya, kalabalıkların arasından sivrilir, çıkar. Ben de öyle olacağım. Ben şimdi birinci sınıftayım. Şu anda çalışmaya başladım bile. Doçent olmayı kafama koyduğum için dil öğrenmeye başladım. Bu kadar hırslı olmamın nedeni yetişme şartlarım herhalde. Babaların çalıştığı, çocukların da yediği rahat bir ortamdan gelseydim böyle olmazdım. Ben batan gemiden kurtulmaya çalışan fare gibi hissediyorum kendimi. Ayak uydurmak değil de, gidişi değiştirmeliyim. Beni yaşadığım çevre bu hale getirdi. Yoksulluk, cahillik. Bana uymayan çok şey var. Ben öyle olmayacağım, bütün gücümle bunların karşısında olacağım diyorum."

"Bu Yönderlik Programı senin için ne ifade ediyor? Yararı olacak mı sence?"

"Program çok iyi oldu. Geldiğime de çok memnunum. Hem insan davranışlarına hem de kendime dair çok şey öğrendim. Ama yönderimin benim hızıma erişebilmesi lazım. Ben çok hareketli bir insanım."

"Yönderini henüz tanımıyorsun."

"Hayır. Bu doldurduğumuz anketler var ya, onlar incelenecek, karakter analizlerimiz belli olacak, her birimize uygun kişiyi öyle saptayacaklar. Dilerim benim gibi yerinde duramayan, azimli biri olur."

Fulya bu hızla giderse yakın zamanda sadece kendinin değil, çevresindeki kadınların da kaderini değiştireceğe benziyordu. Toprağı delerek çoktan aydınlığa çıkmış, yüzünü güneşe dönmüş bir kardelendi o.

Buraya kadar gelmişken, kızlarının hayallerinin arkasında duran yürekli annelerden biriyle de konuşmak istedik, onların da neler yaşadıklarını, neler düşündüklerini öğrenmek için.

Fulya'nın Annesi

.

on dördünde on beşinde var yok
karnı burnunda çocuk annelerdik
çeşmeyle tarla beşikle kundak arasında
çocuklarıyla birlikte büyüyen

.

TEKİN GÖNENÇ

oyun oyna

ileteþim / email

Free META Tag Analyzer
Sitemap Generator Link Değişimi
GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİNİZ İÇN..

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı